Ölümün yalnızlığını ensesinde
hissediyordu. Kanayan bıçak yarası bir yana , kalbine yakın gelmiş bir kurşun
yarasından damla damla kan sızıyordu. Durduramazsa ölecekti. Çevresinde
kimseler yoktu. Bu yolda tek başınaydı , tıpkı doğarken yalnız geldiği gibi
insanoğlunun. Dizinin üstünde bağlarını görebiliyordu. Öylesine derin öylesine
nefretle almıştı bu darbeyi. Kim yapardı bunu ? Bu neyin öfkesiydi diye
soramadı bile kendine. Öylesine acı içinde ve çaresizdi. Dünkü yağmurdan kalan
su artıklarının içinde kalın paltosunun üstüne serilivermişti vücudu. Sesi çok
kısık çıkıyordu. Kimselerin onu duyabilecek seviyede değildi. Bunun farkına
vardığında artık kendini yormayı bıraktı. Ne kadar bağırmaya çalışırsa içinden
o kadar bişey kopuyor gibiydi. Kan kokusu dolmuştu burnuna. Her nefes almaya
çalıştığında aynı tat geliyordu. Üstelik bu koku oldukça ağır ve bir şeylerin
habercisi gibiydi. Ölümün elbette..
Bir zaman önce alacaklarını
sıfırlamıştı. Kimsede tek kuruş parası kalmamıştı. Verdiklerinden fazla da aldı
, tamı tamına aldığıda oldu. Bazılarında ufak faizler vardı. Küçük bir ticaret
sayardı bunu. Parasının işlem karşılığı gibi. Bankalarda kredi çekmek için sıra
beklemektense ondan gelip alırdı bu mahallenin serserisi. Her türlü bataklık
içine girip çıkmıştı ama ne madde kullanmıştı bu zamana kadar ne sigara.
Denemişliği olmuştu elbet ama alışkanlık haline getirmedi hiçbirini. Alımı
satımıyla uğraşır , milleti bu illete sürükler sonra da yoluna bakar devam
ederdi. Yediği lokmaların haram ya da helal olması onu ilgilendirmezdi. Fırtına
Vedat bunlara aldırmazdı. Anne ve babasını gençken kaybetmişti. Amcası bakmıştı
ona bir müddet. Yirmibeşine geldiğinde ‘’ Ben kendi yoluma bakayım Amca ,
yaptıkların için sağolasın. Hakkını helal et bana..’’ diyerek ayrılmıştı amcasının
yanından. ‘’ Helal olsun oğlum.. Kötüye bulaşma gözünü sevdiğim. Gittiğin
yerlerden haberdar et beni ‘’ demişti.
Bir müddet bunu yaptı Vedat. Gittiği yerleri , kaldığı yerleri amcasına
söylemişti. Tabi ki bir süre sonra bunun delikanlılığa sığmayacağını öğrendi
Bayrampaşa Cezaevinde..
Girdiği narkotik koğuşuydu ve
onunla konuşan çoğu kişinin zaten kafası ayık bile değildi. Gardiyanlarla içeri
neler girerdi neler. Öncelerinde sarsılmıştı bunu gördüğünde. Otuziki gram beyaz
toz satarken yakalandığında , içerinin böyle bir yer olabileceğini düşünmemişti
bizim delikanlı. İçerde bir zaman uslu dursa da sonra kayış yırtılmıştı.
Kavgalar , yaralamalar ardı ardına geliyordu. Bir gün koğuşta olsa iki gün
hücrede yalnız başına , lağım kokan o duvarların dibinde uyuyordu. Düşünecek
vakit çok oluyordu içeride. Hakim 8 sene 4 ay vermişti satıcılıktan. Hırsının
kurbanı olmuştu genç yaşında. Yirmibeşinde hapse girmiş , eğer yaşamayı
becerirse otuzüçte çıkacaktı. Belki iyi hali bozmasaydı daha da erken
çıkabilirdi. Umrunda değildi ki. İçeride olduktan sonra 1 sene erken veya geç
ne farkederdi artık ona göre. Bu çukur onun evi olmuştu nitekim. Öncesinde
biraz ayak işleri yaptı sonra biraz çıraklık. Zamanla içerde hatrı sayılı
adamlardan biri olmuştu. Kavgayı dövüşü bırakmıştı çünkü artık onun için
bunları yapabilecek dostları vardı içerde. Koğuş ağasının yaveri oluvermişti.
Koğuş ağası Fikret nasılsa müebbet buradaydı. Daha çok yaver bulurdu iş
yaptırırdı. Her ne kadar burası onun evine dönüşse de gözü yine de dışardaydı.
Yapacak işlerim var diye düşünüyordu. Dışarısı sonsuz bir pazardı , paraya para
demeyebilirdi. Aklını çelen bu fikirler onun motivasyonu oluyordu. Böyle bir fırsatı kaçırıpta bu dört duvar
arasında kral olmaya lüzum yoktu. Amcasına arada mektup yazardı içerden.
Amcasıda görüş olduğunda ziyaretine gelirdi. Yengesi börek , poğaça , sarma
yapardı getirirdi beraberinde. O da teşekkür eder , içeride bu lezzetlerle
buluşunca da diğer garibanlarla ve koğuştaki dostlarla paylaşırdı.
Hep beraber yer içerler ‘’ Abi
yengenin ellerine sağlık , sayesinde midemiz bir sıcaklık gördü be..’’ diye
sesler yükselirdi. ‘’ Abartmayın oğlum yiyin işte , afiyet olsun hadi
bakalım..’’ diye alçakgönüllülük buyururdu. Arasıra koğuş arasında avluda maç
yaparlar , yorulunca kenara çekilir izlemeye başlardı. Küfür kıyamet havada
uçuşurdu. Yok sen faul yaptın , yok eline değdi , adam gibi oynayın karı gibi
ağlamayın gibi laflar dolanıp dururdu. Kenara çekildiğinde ağayla yanyana
otururdu. Havlusu hemen gelir terini pisliğini siler çayını eline alırdı. Bir
gün Fikret Ağa onunla kenara geldiğinde sohbet ederken ‘’ Yav Vedat , sen şimdi
buraya alıştın. Hayırlısıyla çıkmanada şunun şurasında birkaç ay kaldı. Ya sen
dışarıda napacaksın gurban ? ‘’ diye soruverdi.
‘’ Napayım Fikret ağa , yolun sonunu görene kadar bildiğimize
devam..’’ diye kaderine bağlı kaldı
Vedat.
‘’ Yav evlat , sen bu yüzden girmedin mi buraya ? ‘’ - ‘’ Evet ağa , cahildik bilmeden etmeden
plansızca iş yaptık ‘’ dedi. Genç yaşına
bağlıyordu içeri girişini , şimdi olsa katiyen mümkünü yok beni bulamazlar der
gibi.
‘’ Gel seni köye benim çocukların yanına göndereyim. Pamuk ticareti
yaparlar Adana’da. Sen de onlara yardım edersin. Alınterinle para kazanırsın ,
kimseye de minnet etmezsin. ‘’
‘’ Bana diyene kadar , sen neden başlarında değilsin Fikret Ağa ? ‘’
‘’ Ben namus belasına geldim Vedatım , iki adam vurdum Hanifem için.
Yoksa bende onların başında duracaktım. Ama sağolsunlar mahcup etmediler beni.
Ele muhtaçta etmediler. Şimdi keyifleri yerinde , işinde gücünde hepsi. ‘’
‘’ Sağol ağam , eksik olma. Çok iyiliğini gördüm burda Allah için. Ama
ben kendi amcamın yanında yapamadım. Daraldım. Seninkilere de yük olmak
istemem. Ben kendi yoluma bakarım. Senin için ferah olsun.. ‘’ diye kibarca
‘Hayır’ dedi ağanın bu güzel teklifine. Doğru söylüyordu. Amcasının yanında
bile güzelim şartlar altında kalamamıştı. Kimse Anne – Babanın yerini
tutmuyordu. Zor yoldan öğrenmişti bunları.
‘’ Peki Vedatım , bende seni iyi bilirim. Yaradanım yolunu açık etsin ,
kötüden uzak tutsun..’’
Ayrılık günü gelip çattığında 33 yaşında , sakalları ağarmış , saçları
artık eskisi kadar uzun olmayan bir Vedat vardı. ‘’ Yolun açık olsun Vedatım ,
kendine iyi bak..’’ diyerek sarıldı Fikret Ağa. ‘’Sağol ağam , sende kendine
iyi bak burada ’’ son cümlesi olmuştu Vedatın. Koğuştan kendisine veda edenlere
şöyle bir el salladı. Sonra da özgürlüğüne kavuştu. Dışarısı değişmişti ,
girdiği gibi bir şehir yoktu karşısında. İşi artık daha mı kolay yoksa daha mı
zor bilemedi..
Son anlarında özgürlüğe kavuştuğundaki o oksijeni almak istedi.
Burnundan kanlar damlıyordu. Dayanamayacaktı artık daha fazla. Bulaşmayacaktı
bu işlere. Şimdi yalnız başına son saniyeleri yaşarken bunu anlamanın faydası
yoktu. İndirim yapmadı diye bu hale gelmişti. ‘’ Keyfin pazarlığı olmaz kardeş
, alacaksan malımız budur..’’ diye restini çekmişti kendince yeni yetmelere.
Nerden bilebilirdi böyle olacağını ? Daha genç olan bıçağını çıkardı ve dizinin
üstünden yırttı bacağını , sonra da diğer bacağına atmak isterken Vedat tokatla
yere yığdı oğlanı. Gencin yanındaki arkadaşı gururuna yediremedi arkadaşının
düşmesini , belinden belki de ilk defa kullanacağı 7.65’lik küçük tabancayı
eline alıverdi. Eli titriyordu. Vedat tam onu da indirecekken üç el ateş
etmişti genç oğlan. Bunlardan yalnızca biri Vedatın kolunu sıyırmıştı , yere
düşürmeye yetmemişti. O sırada tokadın etkisini atlatan yerdeki , arkadaşından
silahı aldı ve tek atışta kalbine belki birkaç santim yerden , iman tahtasının
solundan vurdu Vedatı.. Bir müddet biz ne yaptık diye baktıktan sonra koşarak
kaçtılar olay yerinden. Vedat duvara dayandı ama dizlerinde kuvvet kalmamıştı.
Kendini yere bıraktı. Keşke çıkmasaydım içerden diye düşünürken Fikret Ağa’nın
lafı geldi aklına. ‘’ Yolun açık olsun’’ demişti. Yolu açılmıştı , ve o da bu bembeyaz
sahneye doğru gidiyordu...