14 Şubat 2018 Çarşamba

Karanlığın Sonu

Ölümün yalnızlığını ensesinde hissediyordu. Kanayan bıçak yarası bir yana , kalbine yakın gelmiş bir kurşun yarasından damla damla kan sızıyordu. Durduramazsa ölecekti. Çevresinde kimseler yoktu. Bu yolda tek başınaydı , tıpkı doğarken yalnız geldiği gibi insanoğlunun. Dizinin üstünde bağlarını görebiliyordu. Öylesine derin öylesine nefretle almıştı bu darbeyi. Kim yapardı bunu ? Bu neyin öfkesiydi diye soramadı bile kendine. Öylesine acı içinde ve çaresizdi. Dünkü yağmurdan kalan su artıklarının içinde kalın paltosunun üstüne serilivermişti vücudu. Sesi çok kısık çıkıyordu. Kimselerin onu duyabilecek seviyede değildi. Bunun farkına vardığında artık kendini yormayı bıraktı. Ne kadar bağırmaya çalışırsa içinden o kadar bişey kopuyor gibiydi. Kan kokusu dolmuştu burnuna. Her nefes almaya çalıştığında aynı tat geliyordu. Üstelik bu koku oldukça ağır ve bir şeylerin habercisi gibiydi. Ölümün elbette..
               Bir zaman önce alacaklarını sıfırlamıştı. Kimsede tek kuruş parası kalmamıştı. Verdiklerinden fazla da aldı , tamı tamına aldığıda oldu. Bazılarında ufak faizler vardı. Küçük bir ticaret sayardı bunu. Parasının işlem karşılığı gibi. Bankalarda kredi çekmek için sıra beklemektense ondan gelip alırdı bu mahallenin serserisi. Her türlü bataklık içine girip çıkmıştı ama ne madde kullanmıştı bu zamana kadar ne sigara. Denemişliği olmuştu elbet ama alışkanlık haline getirmedi hiçbirini. Alımı satımıyla uğraşır , milleti bu illete sürükler sonra da yoluna bakar devam ederdi. Yediği lokmaların haram ya da helal olması onu ilgilendirmezdi. Fırtına Vedat bunlara aldırmazdı. Anne ve babasını gençken kaybetmişti. Amcası bakmıştı ona bir müddet. Yirmibeşine geldiğinde ‘’ Ben kendi yoluma bakayım Amca , yaptıkların için sağolasın. Hakkını helal et bana..’’ diyerek ayrılmıştı amcasının yanından. ‘’ Helal olsun oğlum.. Kötüye bulaşma gözünü sevdiğim. Gittiğin yerlerden haberdar et beni  ‘’ demişti. Bir müddet bunu yaptı Vedat. Gittiği yerleri , kaldığı yerleri amcasına söylemişti. Tabi ki bir süre sonra bunun delikanlılığa sığmayacağını öğrendi Bayrampaşa Cezaevinde..

               Girdiği narkotik koğuşuydu ve onunla konuşan çoğu kişinin zaten kafası ayık bile değildi. Gardiyanlarla içeri neler girerdi neler. Öncelerinde sarsılmıştı bunu gördüğünde. Otuziki gram beyaz toz satarken yakalandığında , içerinin böyle bir yer olabileceğini düşünmemişti bizim delikanlı. İçerde bir zaman uslu dursa da sonra kayış yırtılmıştı. Kavgalar , yaralamalar ardı ardına geliyordu. Bir gün koğuşta olsa iki gün hücrede yalnız başına , lağım kokan o duvarların dibinde uyuyordu. Düşünecek vakit çok oluyordu içeride. Hakim 8 sene 4 ay vermişti satıcılıktan. Hırsının kurbanı olmuştu genç yaşında. Yirmibeşinde hapse girmiş , eğer yaşamayı becerirse otuzüçte çıkacaktı. Belki iyi hali bozmasaydı daha da erken çıkabilirdi. Umrunda değildi ki. İçeride olduktan sonra 1 sene erken veya geç ne farkederdi artık ona göre. Bu çukur onun evi olmuştu nitekim. Öncesinde biraz ayak işleri yaptı sonra biraz çıraklık. Zamanla içerde hatrı sayılı adamlardan biri olmuştu. Kavgayı dövüşü bırakmıştı çünkü artık onun için bunları yapabilecek dostları vardı içerde. Koğuş ağasının yaveri oluvermişti. Koğuş ağası Fikret nasılsa müebbet buradaydı. Daha çok yaver bulurdu iş yaptırırdı. Her ne kadar burası onun evine dönüşse de gözü yine de dışardaydı. Yapacak işlerim var diye düşünüyordu. Dışarısı sonsuz bir pazardı , paraya para demeyebilirdi. Aklını çelen bu fikirler onun motivasyonu oluyordu.  Böyle bir fırsatı kaçırıpta bu dört duvar arasında kral olmaya lüzum yoktu. Amcasına arada mektup yazardı içerden. Amcasıda görüş olduğunda ziyaretine gelirdi. Yengesi börek , poğaça , sarma yapardı getirirdi beraberinde. O da teşekkür eder , içeride bu lezzetlerle buluşunca da diğer garibanlarla ve koğuştaki dostlarla paylaşırdı.


 Hep beraber yer içerler ‘’ Abi yengenin ellerine sağlık , sayesinde midemiz bir sıcaklık gördü be..’’ diye sesler yükselirdi. ‘’ Abartmayın oğlum yiyin işte , afiyet olsun hadi bakalım..’’ diye alçakgönüllülük buyururdu. Arasıra koğuş arasında avluda maç yaparlar , yorulunca kenara çekilir izlemeye başlardı. Küfür kıyamet havada uçuşurdu. Yok sen faul yaptın , yok eline değdi , adam gibi oynayın karı gibi ağlamayın gibi laflar dolanıp dururdu. Kenara çekildiğinde ağayla yanyana otururdu. Havlusu hemen gelir terini pisliğini siler çayını eline alırdı. Bir gün Fikret Ağa onunla kenara geldiğinde sohbet ederken ‘’ Yav Vedat , sen şimdi buraya alıştın. Hayırlısıyla çıkmanada şunun şurasında birkaç ay kaldı. Ya sen dışarıda napacaksın gurban ? ‘’ diye soruverdi.
‘’ Napayım Fikret ağa , yolun sonunu görene kadar bildiğimize devam..’’  diye kaderine bağlı kaldı Vedat.
‘’ Yav evlat , sen bu yüzden girmedin mi buraya ? ‘’ -  ‘’ Evet ağa , cahildik bilmeden etmeden plansızca iş yaptık ‘’ dedi.  Genç yaşına bağlıyordu içeri girişini , şimdi olsa katiyen mümkünü yok beni bulamazlar der gibi.
‘’ Gel seni köye benim çocukların yanına göndereyim. Pamuk ticareti yaparlar Adana’da. Sen de onlara yardım edersin. Alınterinle para kazanırsın , kimseye de minnet etmezsin. ‘’
‘’ Bana diyene kadar , sen neden başlarında değilsin Fikret Ağa ? ‘’
‘’ Ben namus belasına geldim Vedatım , iki adam vurdum Hanifem için. Yoksa bende onların başında duracaktım. Ama sağolsunlar mahcup etmediler beni. Ele muhtaçta etmediler. Şimdi keyifleri yerinde , işinde gücünde hepsi. ‘’
‘’ Sağol ağam , eksik olma. Çok iyiliğini gördüm burda Allah için. Ama ben kendi amcamın yanında yapamadım. Daraldım. Seninkilere de yük olmak istemem. Ben kendi yoluma bakarım. Senin için ferah olsun.. ‘’ diye kibarca ‘Hayır’ dedi ağanın bu güzel teklifine. Doğru söylüyordu. Amcasının yanında bile güzelim şartlar altında kalamamıştı. Kimse Anne – Babanın yerini tutmuyordu. Zor yoldan öğrenmişti bunları.
‘’ Peki Vedatım , bende seni iyi bilirim. Yaradanım yolunu açık etsin , kötüden uzak tutsun..’’
Ayrılık günü gelip çattığında 33 yaşında , sakalları ağarmış , saçları artık eskisi kadar uzun olmayan bir Vedat vardı. ‘’ Yolun açık olsun Vedatım , kendine iyi bak..’’ diyerek sarıldı Fikret Ağa. ‘’Sağol ağam , sende kendine iyi bak burada ’’ son cümlesi olmuştu Vedatın. Koğuştan kendisine veda edenlere şöyle bir el salladı. Sonra da özgürlüğüne kavuştu. Dışarısı değişmişti , girdiği gibi bir şehir yoktu karşısında. İşi artık daha mı kolay yoksa daha mı zor bilemedi..


Son anlarında özgürlüğe kavuştuğundaki o oksijeni almak istedi. Burnundan kanlar damlıyordu. Dayanamayacaktı artık daha fazla. Bulaşmayacaktı bu işlere. Şimdi yalnız başına son saniyeleri yaşarken bunu anlamanın faydası yoktu. İndirim yapmadı diye bu hale gelmişti. ‘’ Keyfin pazarlığı olmaz kardeş , alacaksan malımız budur..’’ diye restini çekmişti kendince yeni yetmelere. Nerden bilebilirdi böyle olacağını ? Daha genç olan bıçağını çıkardı ve dizinin üstünden yırttı bacağını , sonra da diğer bacağına atmak isterken Vedat tokatla yere yığdı oğlanı. Gencin yanındaki arkadaşı gururuna yediremedi arkadaşının düşmesini , belinden belki de ilk defa kullanacağı 7.65’lik küçük tabancayı eline alıverdi. Eli titriyordu. Vedat tam onu da indirecekken üç el ateş etmişti genç oğlan. Bunlardan yalnızca biri Vedatın kolunu sıyırmıştı , yere düşürmeye yetmemişti. O sırada tokadın etkisini atlatan yerdeki , arkadaşından silahı aldı ve tek atışta kalbine belki birkaç santim yerden , iman tahtasının solundan vurdu Vedatı.. Bir müddet biz ne yaptık diye baktıktan sonra koşarak kaçtılar olay yerinden. Vedat duvara dayandı ama dizlerinde kuvvet kalmamıştı. Kendini yere bıraktı. Keşke çıkmasaydım içerden diye düşünürken Fikret Ağa’nın lafı geldi aklına. ‘’ Yolun açık olsun’’ demişti. Yolu açılmıştı , ve o da bu bembeyaz sahneye doğru gidiyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder