23 Ocak 2018 Salı

Bir Anne...

Elinde tuttuğu , rafta uzun zamandır tozlanmış kitaba baktı. Kurduğu bu güzel kütüphanenin bir eşi benzeri yoktu ona göre. Burada lise zamanında biriktirdiği paralar , üniversite zamanı otobüse binmeyip yürümeyi tercih edip , daha sonra taşıma kartına yüklemediği paralar yatıyordu burda. Kim bilir hepsine ne kadar da para vermişti cebinden ? Belki farklı bir hobide yapılabilirdi , fakat onun için en kıymetli olanı ezelden beri buydu...

Çok küçük yaşlarda başlamıştı okuma sevdası ; okumayı da çok hızlı sökmüştü. Annesi öyle anlatır dururdu. Bütün mahalle özenirdi Fatma’ya. Çocukların ekolüydü. Biraz sorumluluk alması gerekirdi her zaman. Böyle hakkında konuşulması , yıldız çocuk olmak öyle kolay değildi. Herkes şöhreti taşıyamazdı. Bisikletinin sepetine koyardı boyama kitabını , babasıyla engin yeşilliklere gezmeye gider , parkta kalışları biraz uzasa sıkılırdı.

‘’ Eve gidelim Baba , annem de gelir şimdi..’’

Annesi kaymakamlıkta çalışır her gün 17.00’de çıkar yarım saat içinde de evde olurdu. Böyle deyince dayanamazdı babası. Bisikletine binmesine yardım ederdi. Sonra da köhne kalmış bu semtin en iyi apartmanlarının birinde bulunan dairelerine giderlerdi. Apartmana girildiği anda yemek kokardı buram buram. Kim ne yemek yapmış tahmin etmeye çalışırdı Fatma. Enteresan bazı yetenekleri vardı.

 Mesela 1.katta Öğretmen emeklisi Nurten Hanım’ın sigara böreği yaptığını bilmişti günün birinde. Sonradan çünkü kokmuştur diye eve bir tabak göndermişti Nurten hanım. Komşusuyla anılara daldı Fatma. Saçları hala olabildiğince siyah , 60’lı yaşlarının başında kilosuna her daim dikkat etmiş , güzel kalpli bir hanımefendiydi. Fatma’da onu çok sever , sık sık bir ihtiyacı olduğu zaman yardım edebildiği kadar ederdi işte. Elinden geldiği kadar. Bazen marketten dönerken rast gelirler , kilo kilo torbaları alıp götürmek isterdi. ‘’ Bırak kızım bunlar ağır..’’ derdi Nurten hanım.
‘’ Değil değil Nurten teyze ,  hadi gel sende hadi.. ‘’ diye teşvik ederdi koca teyzesinide. Koca kadın nasıl uyacaktı onun hızına , enerjisine ? Çaresiz o da arkasından yavaş ve temkinli adımlarla gelirdi apartmanın girişine.

Merdivenleri tek tek çıktıktan sonra bir bakardı ki , ufaklık yukarıya çıkmış poşetleri yere koymuş , kendi de merdivenlerin başına oturup Nurten teyzesini beklemiş. Emekli öğretmen iyi anlardı bu ufak çocukların dilinden. Elinden binlercesi geçmişti , eğitime adanmış 37 senenin içinde. Kimisi yaramaz , kimisi büyümüş bir beyefendi-hanımefendi gibi. Kimi de böyle yardımsever , temiz ve gelecek vaadeden idi. Fatma’ya almış olduğu çikolatalı gofretlerden birini uzattı. Sonra da kendine doğru kafasını okşayarak çekti. Kucakladı Fatma’yı. ‘’ Teşekkür ederim Nurten teyze..’’ diye dökülüverdi teminden beri suskun olan kız. ‘’Rica ederim yavruum..’’ dedi Nurten hanım , U harfine biraz vurgu yaparak.

Kendi torunları maalesef biraz uzaktaydı. İki kızı bir oğlu vardı. Kızlarının biri henüz üniversiteden yeni mezun olmuştu. Diğeri ise evli ama İzmir’deydi. Oğlu ise Almanya’da okulunu bitirmiş ve orada kalmıştı. Münih’te BMW’nin fabrikasında stajını yapmış , sonra da burda Elektronik Mühendisi olarak işine başlamıştı. Yavrularının hepsi maşallah afiyetteydi. Analarını arayıp sorarlardı her zaman. Yaşar Amca vefat edeli 1,5 seneden fazla olmuştu. Nurten hanım küçük kızıyla başbaşaydı o zamandan beri. Bu sene yılbaşına Almanya’da oğluyla beraber girmişti zaten. Soğuk bir memleketti. Kendi Güneyli , Mersinliydi. Pek soğuk nedir bilmezdi. O yüzden baya bir üşümüştü oralarda , hatta yılbaşından bir-iki gün sonra hastalanmıştı. Biraz ateşi ve öksürüğü vardı. Biraz çay , biraz meyve geçiştirmişlerdi Anne-oğul. Son zamanlarda buradaydı. Hala gidip belediyenin bazı kurslarında eğitim verir , haftasonları Silivri sahiline iner kahvesini içer , emekliliğin tadını çıkarırdı. Hepimizin bir gün olabilecek miyiz , o günleri görebilecek miyiz diye  hayal ettiği , onun hayatıydı şimdi.

Fatma’da bir gün emekli olabilecek miydi ? Ya da kaderi Nurten teyzesi gibi mi olacaktı ? Düşünmeden geçememişti buraları. Elinde tuttuğu kitap üniversite yıllarında okuduğu büyük üstat Zülfü Livaneli’nin – Engereğin Gözü’ydü. Ne muhteşem bir eserdi diye düşünmeden edemedi. O zaman ki ismiyle Habeşistan - ( Etiyopya şimdi ki adı ile ) - dan gelmiş yaşını başını almış , hadım bir Odabaşı. Onun etrafında dönen entrikalar , hikayeler ve daha fazlası. Nerede nasıl okuduğunu hatırlamıyordu Fatma. Belk üniversite kampüsünün bahçesinde tepeden yüzüne güneş vururken , belki Ayvalıkta yaz tatilini geçirirken , ya da en basiti otobüsle evine dönerken ki geçen zamanlarda. Önemli olan nerede okuduğu değil , bu kitabı okumuş olmasıydı. Onun yegane önem verdiği şey buydu. Zülfü Livaneli en sevdiği Türk yazarlardandı. Onsuz bir kütüphane olmasını düşünemiyordu. Bugün bile üstadın kitaplarına baktığında her birinin hikayesini anında hatırlıyor , yeniden yaşıyordu. Şimdi ise bu kadar sık okuyamıyor olsa bile , kendine mutlaka bu kadar meşgalenin içinde zamanını ayırıyor , kahvesini alıp kitabının başına geçiyor , hayata ve zamanın ona kattığı sorumluluklara inat sıyırıveriyordu kendini dünyadan.

Bahçede yalnız başına oturuyordu Fatma. Denizi cepheden gören Baba evinin balkonunda eline eski kitapları almış geçmişe bir selam çakarken ve biraz bulutlarla kaplı bu günde huzur içinde sessizliği dinlerken , elinde dedesinin ona aldığı oyuncaklarla gelen minik oğlu Demir , masum bir çocuğun her gün yaptığı gibi ‘’Anne baaak , dedem aldııığ..’’ diyordu ve uyandırıyordu Fatma’yı tatlı rüyasından. Onların gelişiyle hayata geri dönen Fatma , Demir’in elindeki pahalı oyuncakları görünce
’ Baba niye zahmet ettin bizde zaten alıyoruz her hafta’’. – ‘’ Karışma işime be kızım’’ dedi babası. ‘’ Biz de her gün torun görmüyoruz ya’’. Biraz kinayeli gibiydi bu cümle ama Fatma buna aldırmadı. Yeterince sıklıkla geliyorlardı zaten baba evine. Bu cümle onlar için değildi belli ki.

Fatma bir an durdu ve düşündü.  Anne-Babalık elbette yüksek ve kutsal  bir müessese idi , fakat insanoğlu dediğinde her gün aynı olamazdı ya. Belkide kaç kez sinirli anlarına denk geldi Demir’in böyle onları bölmesi.  Belki çok keyifliydiler , belki de oldukça üzgün. Yine de yavrularının gönlünü kıramazlardı. Bu seferde böyle oldu. Dedesiyle gittikleri gezintiden dönmüşlerdi ve Demir her çocuk gibi hala yorulmamıştı. Şaşkınlık vericiydi bu küçük insanlar. Geceleri uyku nedir bilmez , gündüz yorulmak nedir hiç bilmez , sormadan sorgulamadan geçirilen bir hayat dönemi.
Annesi otuzlu yaşlarına merdiven dayamıştı. Bu zamana başkalarının çocuklarını ne kadar çok sevdiğini hatırlamıyordu. Şimdi ise o dokuz aylık duygu dolu ve bir o kadar da zor süreç bitmiş , oğlu Demir 2 yaşına gelmişti. Kendide biraz yaşlanmıştı tabi. Hayatta böyle değil miydi zaten ? Akıp giderdi birden , hiçbirimize bir kelam dahi etmeden...
Baba kızı , damadı ve torunu için hazırlığını sabahtan yapmıştı. Soslanmış tavuk kanatları , baharatlanmış pirzola kırmızı etler. Her şey şahane gözüküyordu. Fatma dayanamadı ve babasının yanına sokuldu. ‘’ Emekli maaşını bitirmişsin , bunlar kimin için baba ? ‘’
-          ‘’ Bunlar benim değerlerim için’’ dedi baba. ‘’ Hiç değişmeyen ve her gün daha fazla yükselen değerlerim için..’’

                Fatma biraz ağlamaklı olmuştu , başka bir söz edemedi. Babasının boynuna sarıldı , onu öptü. Eş zamanlı olarak annesi Fatma’yı mutfağa yardıma çağırıyordu , bu duygusal anda uzun sürmemişti. ‘’ İyi ki varsın Baba..’’ dedi ve bahçe kapısından mutfağa doğru girdi... 



2 yorum:

  1. Yazılarınızı yakından takip ediyorum. Yazılarınızın devamını bekliyorum ilker bey :))

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkür ederim.. Sevgiyle kalın

    YanıtlaSil