Elinde tuttuğu , rafta uzun
zamandır tozlanmış kitaba baktı. Kurduğu bu güzel kütüphanenin bir eşi benzeri
yoktu ona göre. Burada lise zamanında biriktirdiği paralar , üniversite zamanı
otobüse binmeyip yürümeyi tercih edip , daha sonra taşıma kartına yüklemediği
paralar yatıyordu burda. Kim bilir hepsine ne kadar da para vermişti cebinden ?
Belki farklı bir hobide yapılabilirdi , fakat onun için en kıymetli olanı
ezelden beri buydu...
Çok küçük yaşlarda başlamıştı
okuma sevdası ; okumayı da çok hızlı sökmüştü. Annesi öyle anlatır dururdu.
Bütün mahalle özenirdi Fatma’ya. Çocukların ekolüydü. Biraz sorumluluk alması
gerekirdi her zaman. Böyle hakkında konuşulması , yıldız çocuk olmak öyle kolay
değildi. Herkes şöhreti taşıyamazdı. Bisikletinin sepetine koyardı boyama kitabını
, babasıyla engin yeşilliklere gezmeye gider , parkta kalışları biraz uzasa
sıkılırdı.
‘’ Eve gidelim Baba , annem de
gelir şimdi..’’
Annesi kaymakamlıkta çalışır her gün 17.00’de çıkar yarım saat içinde
de evde olurdu. Böyle deyince dayanamazdı babası. Bisikletine binmesine yardım
ederdi. Sonra da köhne kalmış bu semtin en iyi apartmanlarının birinde bulunan
dairelerine giderlerdi. Apartmana girildiği anda yemek kokardı buram buram. Kim
ne yemek yapmış tahmin etmeye çalışırdı Fatma. Enteresan bazı yetenekleri
vardı.
Mesela 1.katta Öğretmen emeklisi
Nurten Hanım’ın sigara böreği yaptığını bilmişti günün birinde. Sonradan çünkü
kokmuştur diye eve bir tabak göndermişti Nurten hanım. Komşusuyla anılara daldı
Fatma. Saçları hala olabildiğince siyah , 60’lı yaşlarının başında kilosuna her
daim dikkat etmiş , güzel kalpli bir hanımefendiydi. Fatma’da onu çok sever ,
sık sık bir ihtiyacı olduğu zaman yardım edebildiği kadar ederdi işte. Elinden
geldiği kadar. Bazen marketten dönerken rast gelirler , kilo kilo torbaları
alıp götürmek isterdi. ‘’ Bırak kızım bunlar ağır..’’ derdi Nurten hanım.
‘’ Değil değil Nurten teyze ,
hadi gel sende hadi.. ‘’ diye teşvik ederdi koca teyzesinide. Koca kadın
nasıl uyacaktı onun hızına , enerjisine ? Çaresiz o da arkasından yavaş ve
temkinli adımlarla gelirdi apartmanın girişine.
Merdivenleri tek tek çıktıktan
sonra bir bakardı ki , ufaklık yukarıya çıkmış poşetleri yere koymuş , kendi de
merdivenlerin başına oturup Nurten teyzesini beklemiş. Emekli öğretmen iyi
anlardı bu ufak çocukların dilinden. Elinden binlercesi geçmişti , eğitime
adanmış 37 senenin içinde. Kimisi yaramaz , kimisi büyümüş bir
beyefendi-hanımefendi gibi. Kimi de böyle yardımsever , temiz ve gelecek
vaadeden idi. Fatma’ya almış olduğu çikolatalı gofretlerden birini uzattı.
Sonra da kendine doğru kafasını okşayarak çekti. Kucakladı Fatma’yı. ‘’
Teşekkür ederim Nurten teyze..’’ diye dökülüverdi teminden beri suskun olan
kız. ‘’Rica ederim yavruum..’’ dedi Nurten hanım , U harfine biraz vurgu
yaparak.
Kendi torunları maalesef biraz
uzaktaydı. İki kızı bir oğlu vardı. Kızlarının biri henüz üniversiteden yeni
mezun olmuştu. Diğeri ise evli ama İzmir’deydi. Oğlu ise Almanya’da okulunu
bitirmiş ve orada kalmıştı. Münih’te BMW’nin fabrikasında stajını yapmış ,
sonra da burda Elektronik Mühendisi olarak işine başlamıştı. Yavrularının hepsi
maşallah afiyetteydi. Analarını arayıp sorarlardı her zaman. Yaşar Amca vefat
edeli 1,5 seneden fazla olmuştu. Nurten hanım küçük kızıyla başbaşaydı o
zamandan beri. Bu sene yılbaşına Almanya’da oğluyla beraber girmişti zaten.
Soğuk bir memleketti. Kendi Güneyli , Mersinliydi. Pek soğuk nedir bilmezdi. O
yüzden baya bir üşümüştü oralarda , hatta yılbaşından bir-iki gün sonra
hastalanmıştı. Biraz ateşi ve öksürüğü vardı. Biraz çay , biraz meyve
geçiştirmişlerdi Anne-oğul. Son zamanlarda buradaydı. Hala gidip belediyenin
bazı kurslarında eğitim verir , haftasonları Silivri sahiline iner kahvesini
içer , emekliliğin tadını çıkarırdı. Hepimizin bir gün olabilecek miyiz , o
günleri görebilecek miyiz diye hayal
ettiği , onun hayatıydı şimdi.
Fatma’da bir gün emekli
olabilecek miydi ? Ya da kaderi Nurten teyzesi gibi mi olacaktı ? Düşünmeden
geçememişti buraları. Elinde tuttuğu kitap üniversite yıllarında okuduğu büyük
üstat Zülfü Livaneli’nin – Engereğin Gözü’ydü. Ne muhteşem bir eserdi diye
düşünmeden edemedi. O zaman ki ismiyle Habeşistan - ( Etiyopya şimdi ki adı ile
) - dan gelmiş yaşını başını almış , hadım bir Odabaşı. Onun etrafında dönen
entrikalar , hikayeler ve daha fazlası. Nerede nasıl okuduğunu hatırlamıyordu
Fatma. Belk üniversite kampüsünün bahçesinde tepeden yüzüne güneş vururken ,
belki Ayvalıkta yaz tatilini geçirirken , ya da en basiti otobüsle evine
dönerken ki geçen zamanlarda. Önemli olan nerede okuduğu değil , bu kitabı
okumuş olmasıydı. Onun yegane önem verdiği şey buydu. Zülfü Livaneli en sevdiği
Türk yazarlardandı. Onsuz bir kütüphane olmasını düşünemiyordu. Bugün bile
üstadın kitaplarına baktığında her birinin hikayesini anında hatırlıyor ,
yeniden yaşıyordu. Şimdi ise bu kadar sık okuyamıyor olsa bile , kendine
mutlaka bu kadar meşgalenin içinde zamanını ayırıyor , kahvesini alıp kitabının
başına geçiyor , hayata ve zamanın ona kattığı sorumluluklara inat
sıyırıveriyordu kendini dünyadan.
Bahçede yalnız başına oturuyordu Fatma. Denizi
cepheden gören Baba evinin balkonunda eline eski kitapları almış geçmişe bir
selam çakarken ve biraz bulutlarla kaplı bu günde huzur içinde sessizliği
dinlerken , elinde dedesinin ona aldığı oyuncaklarla gelen minik oğlu Demir , masum
bir çocuğun her gün yaptığı gibi ‘’Anne baaak , dedem aldııığ..’’ diyordu ve
uyandırıyordu Fatma’yı tatlı rüyasından. Onların gelişiyle hayata geri dönen
Fatma , Demir’in elindeki pahalı oyuncakları görünce
‘’ Baba niye zahmet ettin bizde zaten alıyoruz her
hafta’’. – ‘’ Karışma işime be kızım’’ dedi babası. ‘’ Biz de her gün torun
görmüyoruz ya’’. Biraz kinayeli gibiydi bu cümle ama Fatma buna aldırmadı.
Yeterince sıklıkla geliyorlardı zaten baba evine. Bu cümle onlar için değildi
belli ki.
Fatma bir an durdu ve düşündü. Anne-Babalık elbette yüksek ve kutsal bir müessese idi , fakat insanoğlu dediğinde
her gün aynı olamazdı ya. Belkide kaç kez sinirli anlarına denk geldi Demir’in
böyle onları bölmesi. Belki çok
keyifliydiler , belki de oldukça üzgün. Yine de yavrularının gönlünü
kıramazlardı. Bu seferde böyle oldu. Dedesiyle gittikleri gezintiden
dönmüşlerdi ve Demir her çocuk gibi hala yorulmamıştı. Şaşkınlık vericiydi bu
küçük insanlar. Geceleri uyku nedir bilmez , gündüz yorulmak nedir hiç bilmez ,
sormadan sorgulamadan geçirilen bir hayat dönemi.
Annesi otuzlu
yaşlarına merdiven dayamıştı. Bu zamana başkalarının çocuklarını ne kadar çok
sevdiğini hatırlamıyordu. Şimdi ise o dokuz aylık duygu dolu ve bir o kadar da
zor süreç bitmiş , oğlu Demir 2 yaşına gelmişti. Kendide biraz yaşlanmıştı
tabi. Hayatta böyle değil miydi zaten ? Akıp giderdi birden , hiçbirimize bir
kelam dahi etmeden...
Baba kızı , damadı ve torunu için hazırlığını sabahtan yapmıştı.
Soslanmış tavuk kanatları , baharatlanmış pirzola kırmızı etler. Her şey şahane
gözüküyordu. Fatma dayanamadı ve babasının yanına sokuldu. ‘’ Emekli maaşını
bitirmişsin , bunlar kimin için baba ? ‘’
-
‘’ Bunlar benim değerlerim için’’ dedi baba. ‘’
Hiç değişmeyen ve her gün daha fazla yükselen değerlerim için..’’
Fatma
biraz ağlamaklı olmuştu , başka bir söz edemedi. Babasının boynuna sarıldı ,
onu öptü. Eş zamanlı olarak annesi Fatma’yı mutfağa yardıma çağırıyordu , bu
duygusal anda uzun sürmemişti. ‘’ İyi ki varsın Baba..’’ dedi ve bahçe kapısından
mutfağa doğru girdi...
Yazılarınızı yakından takip ediyorum. Yazılarınızın devamını bekliyorum ilker bey :))
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.. Sevgiyle kalın
YanıtlaSil